Livaneli'nin Penceresinden: Batının kibri ile doğunun cehli arasında
Zafer Köse, Zülfü Livaneli
Bizim halk sözlerimizde aradım taradım, düşünmek üzerine iyi bir söz hiç söylenmemiş.
Sohbet kelimesinin tam karşılığı yok batı dillerinde.
Sohbet koyultmak.
Bir kişinin evrenin sırrını çözmesi, Himalayalar’daki bir karıncanın Wall Street borsasının işleyişini anlaması kadar imkânsızdır.
Onlar arasındaki farklar: düşünmek, gülmek, yüz yüze sevişmek.
Gülmek değil ama "yüze gülmek" denen şey kabul gören bir tavır. Tatlı dilli olmak da öyle.
Anadolu İngiltere Japonya gibi bir ada değil sürekli işgal edilmiş sürekli egemenlerin değiştiği bir bölgede yaşamış insanlar bundan dolayı dili çok gelişmiş.
Bir Nazi generali, "Kültür sözünü her duyduğunda elim tabancama gidiyor."
Abdülhamid diyor ki "Benim tebaam içinden en geri kalmış olanlar Müslümanlardır."
Atın kaç dişi vardır diye tartışılırken, adam bir at getirip sayalım dediği için idam ettiler.
Bizde "Şuyuu, vukuundan beter" diye bir vardır; yani "Bir şeyin duyulması, olmasından daha kötüdür." Duyulmadığı sürece mesele yoktur! Batılı suçluluk duyar, Doğulu ise utanır.
Mevlananın da dediği gibi "Sen okyanusta bir damla değil, damladaki okyanussun."
Bir ülkede ne kadar çok banka şubesi görürseniz ekonomi o kadar bozuk demektir.
Üç büyük dinin bu coğrafyadan çıkması tesadüf değil. Bu topraklarda şiir vahiy, şair de peygamber gibi.
Sonsuz zaman ve mekan algısını yaratan iki yer vardır: Çöl ve Derya (Bir de Sema var ama hiç birimiz orada yaşayamadığımız için gökyüzünü Tanrı’ya bırakmışız.)
Bütün aşk destanlarında erkek adı öndedir. Romeo ve Juliet, Tristan ve Isolde, Kerem ile Aslı, Ferhad ile Şirin, Tahir ile Zühre vs. Oysa Leyla ile Mecnun’da kadın adı önce gelir. Kadına en az değer verildiğini sandığımız doğu kültüründe.
Nazi döneminde Türkiye’de kalmış, Türkiye’ye sığınmış profesörlerden biri de Ernst Reuter idi. Daha sonra batı Berlin’in ilk belediye başkanı oldu. Türkiye’de geçirdiği yıllardaki gözlemi "Türkiye’de önemli adamlar değersizdir, değersizler ise önemli konumdadır" diyerek dile getirmişti.
Milyarlarca köle yaratan kapitalizim. Eskisiyle en büyük farkı, modern kölelerin ayaklarındaki prangaların bu kez görünmez şekilde kafalara yerleştirilmiş olması. Böylece kendini özgür sanan kölelerle dolu bir dünya.
O pabucu dama atma sözünü biliyorsunuz elbette. Nereden geliyor? Bir kişinin yaptırdığı pabuç çabuk delinir, yıpranırsa ve esnaf Loncası bu kişinin şikayetini kabul ederse o pop uç esnafın dükkanının damına asılır, bunu gören kimse o esnafa gitmez ve böylece o esnaf cezalandırılmış olurdu.
Avrupai politika güden Mustafa Kemal tam bir Osmanlı paşası, padişah Abdülhamid ise İslami politika yürüttüğümesine rağmen özel hayatında Avrupalı. Bu durum bana kültür karmaşamızın ve kimlik meselelerimizi çarpıcı bir özeti gibi geliyor.
Cumhuriyetin İlk yıllarında Türkiye’yi ziyaret eden Fransız yazar Georges Duhamel Türkiye için "Doğulu ülkelerin en batılısı, batılı ülkelerin en doğulusu" demişti.
Mesela İran. Gençlerin elinden Hafız, Sadi, Hayyam divanları düşmüyor.
Talihsiz bir Trapez artisti gibi doğru salıncağını bırakıp kendimize fırlattık ve karşı tarafta batı salıncağının gelmesini bekledik. Ne yazıkki gelmedi ve kendimizi boşlukta bulduk.
Dünya niye Rumi adıyla Mevlana Celaletin'i biliyor da Yunus’u, pir Sultan’ı çoğunluğunu bilmiyor? Sebebi basit. Mevlana farsça yazmıştı.
Osmanlı padişahlarının hiçbiri hacca gitmedi. Böyle bir gelenek yok, hatta böyle bir şey düşünmek bile hoş görülmüyor, yanlış bulmuyor.
Osmanlı padişahlarının isimlerinde, hiç İslam dinine ait büyük insanların isimleri yok. Mesela Ebu Bekir yok Ömer yok Ali yok. Muhammet bile Mehmet olarak çevrilmiş öyle kullanılmış.
Peygamber, “Arap bendendir ama ben Araptan değilim” demiş.
Hazreti Ali’ye gelip, falanca senin aleyhinde konuşuyor demişler. Düşünmüş düşünmüş ve Hayret demiş, ona bir iyilik de yapmadım ki.
Rönesans yaratıcılığı, insanların birden fazla disiplinle meşgul olması ve bir çok dalda eser vermesi anlamına gelir.
Hans Eisler’in de dediği gibi “Sadece müzikten anlayan, müzikten hiçbir şey anlamaz.“
Yaklaşık olarak 2500 yıl önce iyonya ve helen filozofları iki kıyıdan gelerek Samos adasında buluştular günler boyunca sanatla bilimi arasındaki ilişkiyi tartıştılar. Bu uzun sempozyum sonunda ortaya çıkan bildiri binlerce yıldır unutulmadı. Bu bildiride, “sanat ve bilim üst noktada birleşirz, bir ve aynı şeydir“ hükmüne varılmıştı.
Dikkat edersen büyük romanlarda, saf bir insan veya kötü insan özelliklerini taşıyan karakterler pek bulunmaz. İçinde yaşadığı koşullarla etkileşim halinde insanların hikayesi anlatılır. Gerçekliğin ve insan özelliklerinin çok boyutlu niteliği ele alınır.
Entellektüellik çokta dinleyecek bir şey değildir. Tersine, entelektüel olmak acı çekmek demektir. Etrafında olup biteni, dünyada olup biteni yorumlayan kişi, “bana ne ya, benim keyfim yerinde“ deme lüksüne sahip olabilir mi?
Gazi’ye “en iyi silah hangisidir?“ Diye sormuşlar. “Yerine göre“ diye cevap vermiş.
Gönül, kalp, yürek kelimelerine bakalım; bunlar birbirinin yerine kullanılabilirmiş gibi geliyor. Peki bir de bunların karşıtlarının düşünelim: gönül söz, kalpsiz, yüreksiz. Bu kelimelerden herhangi birini feda edebilir miyiz? Biri isteksiz, diğeri acımasız, öbürü korkak gibi, ne kadar farklı anlamlar çıkıyor ortaya.
Şarktan gelen bir İslam alimi, molla kabız, Hazreti İsa’nın Hazreti Muhammed den daha üstün olduğunu iddia ediyordu. Kuru ana ve İslami bilgilere dayandırarak ileri sürüyordu. Bu bilgisayara ulaşınca, kovuşturmaya karar verildi. Molla’nın karşısında iki kişi çıktı, iki kazasker. Ve Çetin bir tartışmaya tutuştular. Ne var ki, sahip oldukları İslam bilgileri ile Kabız’ı mat edemediler. Çünkü molla kabız, daha fazla Kur’an alıntı yapıyor, daha çok bilgi ortaya koyuyordu.
Yine de onun haksız ve zararlı olduğuna karar verip idamına hükmettiler. Padişah ise bu duruma kızdı. “Siz onu ilmen alt edemediyseniz, bu karar siyasidir“ gerekçesiyle, onaylamadı.
“Fotoğraf makineyle çekilmez, gözle, dünyaya bakışla çekilir; yoksa en iyi tablosu olan en iyi yazar olurdu“ - Ara Güler
Eskiden entelektüel dediğimiz kişi düşünceleriyle kendi başını belaya sokardı; sürgünler, hapisler... şimdi iktidarın yanında saf tutarak halkın başını belaya sokuyor.
Yaşar Kemal hayatı boyunca yazdığı binlerce sayfa içinde, daha sonda utanacağı, pişman olacağı tek bir cümle bile yoktur.
Nâzımın sözünü ettiği, “Kazanan tarafta değil, haklı tarafta yer almak” tercihi gibi.
“Vatanı savunması için kaçınılmaz değilse her savaş bir cinayettir.” - Mustafa Kemal Atatürk
Ne cenaze olur müziksiz ne de düğün; ne devrim ne direniş ne de cinsellik. Hayat da böyledir aslında. Hayatın, toplumun bir şarkısı vardır.
Batı dediğimiz dünya aslında bir nehir yatağıdır. Anadolu insanı da bu nehire ancak kendi değerlerini katarsa girebilir.
“Popüler olan her şeyden nefret ederim“-Bernard Shaw
Hacıbektaş, böyle bir ülkenin kasabası, ama hiç suç işlenmiyor. Üstelik her yıl Ağustos ayında düzenlenen şenlikler bedeniyle normalde nufüsü 10bin olan yer 500bine çıkıyor. Kontrol altında tutulması, denetlenmesi mümkün olmayan bir şenlik organizasyonu bu. Ama o günler boyunca da herhangi bir suç ortaya çıkmıyor.
Hacı Bektaş, bugün kendi adını taşıyan kasabaya güvercin kılığında gelmiştir. Bilindiği gibi, güvercin Şaman inancına göre de kutsaldır. Ayrıca evrensel olarak barışın simgesi kabul edilir.
Başarı bir virüstür. Yapılan işin ve hayatın anacının başarı olması, büyük bir sorundur. Yoksa kendiliğinden ortaya çıkan bir sonuç olarak başarı başka bir şey.
Sonuçta 12 Eylül darbesi sürüyor. İktidar koltuklarında askerler yok çoktandır, ama medyada, kültür sanat politikalarında, eğitim sisteminde 12 Eylül devam ediyor.
Türkler mi İslam’ı geri bıraktı İslam mı Türkleri?
Ülkendeki koşulların izin verdiği kadar gelişebiliyorsun. Balık gölüne göre büyüyor.
Edebiyatçı da aranması gereken asıl şart, tarafsız olmak değil, objektif olmaktır. Objektif, biliyorsunuz, fotoğraf makinesi gibi aygıtlardaki bir tür mercekler sistemine de deniyor. Nesnelerden yansıyan ışıkları toplayıp bir noktaya odaklar. Nesnelerin algılanmasını sağlar. Objektif adlı parça bunu yaparken, ortamdan yansıyan ışıklar arasında ayrım yapmaz; bazılarını yok sayıp bazılarını öne çıkarmaz.
Türkiye’deki insanlar için dün ve yarın yoktur. Onlar bugün yaşar.
Afkan kralı emanullah Han Türkiye ziyaretinde çok heyecanlanmış, Atatürk’e aynı devrimleri ülkesinde de yapacağını söylemişti. Atatürk onu kadın giysilerine karışmaması konusunda uyarmış, İyi damla bile 100 yüze kalabilecegini belirtmişti. Dikkat et, Atatürk kadın giysileri ile ilgili hiçbir yasa çıkarmamış, hiçbir şey söylememiştir. Maalesef emanullah Han onu dinlemedi, kadınların giysilerine müdahale etti ve idam edildi.
Paul Valery “ politika, halka ait işleri halkı karıştırmadan yürütme sanatıdır.“
Nazım, insan elinin mağara duvarına ilk kez bizon çizdiği günden beri akan bir ulu ırmaktan söz eder.